ülkemizin en kaynaşmaya müsait ortamlarından biri olan kıraathanelerin vazgeçilmez personeli konumunda olan değerli yancıların, oyun masalarından birine, olmadı ikisine aynı anda yancı olup sanki ortakmışcasına kahveciyi zengin etmek adına kusana kadar içizleme olayıdır.
resim akademisinde okuduğum dönemlerde ( 1997-1998 yılları ) okul dışında en popüler eğlence aktivitelerinden biri kahveye gidip kağıt oynamaktı.
ben de dahil dört kafa arkadaş okula yakın bir bölgeye siper almış kıraathaneye giderdik.
king olsun, maça kızı olsun, eşli ihaleli batak olsun, hiç olmadı eşli kağıt okey olsun pek oynardık.
briç olayına el attığımız yıllardı aynı zamanda ama onu öğrenmek için epey çay parası ödemiştik. onu da başka bir zaman anlatacağım.
neyse, bu gittiğimiz kıraathane okuldan uzak pek öğrencilerin takıldığı bir yer değildi.
kendi kendimize, biz bize olalım, eğleneceksek böyle eğlenelim, diğer öğrenci arkadaşlar salça olmasınlar diye uzak bir yer seçmiştik.
bu anlatacağım olay ilk gidişimizde meydana geldi.
kıraathaneye girdik, oyun için yarım deste kağıt istedik ve olaylar gelişti...
- abi bize batak kağıdı verir misin ?
+ yaşlar tutuyor mu gençler ?
- rahat ol abi, eğitim fakültesi öğrencisiyiz.
+ iyi o zaman.
oyun için uygun bir masa seçtikten sonra king oynamak üzre kağıtlar dağıtıldı. öğrenciyiz o dönem bilirsiniz, cepte bir paket sigara almaya para, onun dışında da atıştırmalık birkaç kuruş fala filan işte...
ya iki el geçmişti ya üç el, hop yan tarafa tanımadığımız orta yaşlarda bir amaca sokuldu.
- oo gençler bol şans, şeytanınız bol olsun...
+ saol amca...
- ( yan tarafımda oturan amaca aynı zamanda ilerleyen ellerde elime müdahale etmeye başladı ) kız almaz oyna...
+ kız almaz beyler. ( hay amca toynağını sikeyim elimi belli etme bari )
amca benim elime bakarken aynı zamanda koltuk altımda oturanın da elini izlediğinden oyundan bir hayli keyif almaktaydı.
bu sırada kahveci ne istersiniz gençler, ne içersiniz şeklinde soru yağmurunu "abi biz çay alalım" ve değerli misafirimiz "remzi, bana da çay ver" şeklinde geçiştirdikten sonra rahatlarız umuduyla oyunumuza devam ederken, değerli yancımız sanki oyunu kendisi oynuyormuşcasına çoşmaktaydı. eline bir kağıtları almadığı kalan değerli yancımızın çayı da gelmiş, keyfine diyecek yoktu.
bir yandan elimize müdahale edip bir yandan çayını yudumlayan amcaya dönüp,
- amca, sen maça kızı biliyor musun ?
+ yok, bir king biliyorum.
- hımmm...
bu muhteşem haberin akabinde king bitip oyun bir şekilde maça kızına çevrildi ve amca sadece oyunu uzaktan seyredip ara ara soru sormak ve bilmem kaçıncı çayını içmekten öteye yol alamadı.
merakını bir türlü gideremediğimiz amcanın sayemizde maça kızını öğrenmesi bizi bir miktar sevindirmiş olmasına rağmen, oyun sonunda hesabı ödemek için gittiğimiz kasada duyduğumuz rakam yutkunmamıza neden olmuştu.
- bizim borcumuz nedir ?
+ 40 çay, 25 liradan, bi milyon yapar gençler.
- oha. kim içti lan 40 çayı ?
/ ya hacı biz 6 el oynamadık mı ?
* he lan 6 el oynadık...
- her el çay içtik, 24 yapar...
* vay manskym, amca 16 tane çay içmiş...
neyse bir şekilde sike sike hesabı ödedikten sonra ortamdan ayrıldık.
oyunu biz oynadık, çayı amca içti, içtiği yetmezmişcesine maça kızını öğrendi bir de bizden fazla king oynadı ama tek lira ödemeden masadan kalktı.