televizyonda yayınlanmaya başlanan bir dizi için yaşanan saçma sapan kavga gürültü.
diziyle ilgili rtük'e 80.000'e yakın şikayet ulaşmış. bunların yarısından fazlasının daha dizinin ilk bölümü yayınlanmadan yapılmış olması, gerginliği yaratan grubun ne kadar önyargılı ve çıkarcı bir yaklaşıma sahip olduğunu belgeliyor. çoğunun gösterdikleri ana gerekçe ise, neymiş efendim kanuni'nin, osmanlı'nın tarihi saptırılıyormuş, insanlar yalnış bilgilendiriliyormuş. sanki adam tarih profesörü, sanki bu konuda bu diziden başka kaynak yok, sanki bunu izleyenlerin hepsi gerizekalı anasını satayım. eğer sen bu tarihi o kadar biliyorsan ve tarihin saptırıldığını düşünüyorsan ve bu diziyi izleyen insanlar, okumayan, araştırmayan, düşünmeyen, kendilerine verileni sorgulamadan alan ve sadece aldıklarıyla kanaat getiren insanlardır diyorsan, diziye bahane bulma suç dizide değil bu insanlarda kardeşim. ama sen bu değilsin ki, senin parmak bastığın nokta bu değil ki, senin cümlelerinin asıl anlamı şu: " ya ben şimdi kanuni, osmanlı filan pek anlamam ama, bunları bu halde görmek benim zoruma gidiyor, kendime yediremiyorum, öyle özgür düşünceyi filan da pek sevmem ben, ayrıca dini duruşum ve siyasi görüşüm açısından hakkında pek bi şey bilmeden de olsa bu tarihin tamamen arkasında durmalıyım. o yüzden bu konuları hiç açmayalım, açsak da benim işime geldiği gibi açalım, öyle fazla kafa bulandırmayalım."
bu, tepki verenlerin çoğunluğunun sıkıntısı. bir de bu tarihe, dolayısıyla kanuni'ye taparcasına inanan bir grup var ki bunlar üzerinde zaten konuşacak bir şey yok. çünkü bir olguyu sorgu sual etmeden taparcasına kabul eden bir insana, bu olgu hakkında laf anlatmak ütopik olmaktan öteye geçemez. bu adam inançlarının önüne öylesine kalın bir duvar çekmiştir ki duvarın arkasından avazın çıktığı kadar bağırsan sesin diğer tarafa ulaşmaz.
olayın asıl tartışılması gereken tarafına gelirsek, olay, televizyonun evlere izin almadan misafir olabilme durumudur. bu nedenle televizyon sektörü, sinema sektöründen farklı olarak bu özelliğinden kaynaklanan sebeplerle dikkatli olmak zorundadır. eğer televizyondaki bir yayın, bilinçli bir şekilde karşısına kanıt sunulabilecek seviyede amacından sapıyorsa, bunun karşında durmak en doğal hakkınızdır. şimdi adı geçen diziyi bu açıdan değerlendirelim:
a) dizi bir tarih belgeseli olduğunu iddaa etmediği gibi, bir tarih romanı olarak algılanılmasını istiyor.
b) dizinin hemen hemen tamamını izlememe rağmen dizide anlatılan döneme ait şahıslara subjektif bir yaklaşımla hakaret edildiği görmedim.
c) dizideki bazı noktaların hakaret olarak addedilmesi, kişilerin kendi tasarruflarında olup, anlatılan döneme ait detaylı bilgiye sahip olmasam da osmanlı saray yaşantısı hakkındaki genel bilgim, bana bu noktaların gerçeği bariz bir şekilde çarpıttığını söylemiyor.
d) yine izlediğim kadarıyla, dizide erotizme kaçacak kadar açık sahneler mevcut değil.
aslında bana göre bu dizinin önemli bir faydası var ve bu hissedildiği için bu kadar tepki alıyor bazı kesimler tarafından. birincisi, izlediği filmlerden, okuduğu ders kitaplarından ve etraftan duyduğu hikayelerden etkilenerek osmanlı tarihini gereğinden fazla yücelten insanlar, bu tarihi daha iyi öğrenme, bu tarihin kusurlarını görebilme hususunda tetiklenmiş olacak ve gerçekleştirirlerse bu tarihten daha iyi dersler çıkarabilecek duruma gelecekler. ikincisi, bu tarihi emellerine alet edip çıkarına göre kullananlar, bu tarih üzerinden prim yapmaya çalışanlar, karşılarında daha uyanık, daha bilgili, bakış açısı genişlemiş zihinler bulacaklar.
son olarak yazdığım kelimeler sadece bu diziyle alakalı olmayan genel bir değerlendirmedir. gündem maddesi bu olduğu için, bu dizi üzerinden örnekler verilmiştir. bahsi geçen yalnışlara düşenlere cevap olarak onların dini veya siyasi görüşlerini hedef alarak bok atarcasına cümleler sarfedenler, en az onlar kadar yanlış içindeler. zamanında mustafa filmiyle ilgili de aynı durumlar yaşanmıştı. o zaman da aynı yanlışa düşüp gereksiz tepki veren bir grup vardı ki, şu an bu diziye verilen tepkiye sidik yarıştırarak cevap vermeye çalışan grubun ta kendisidir.
eğer objektif davranılıyorsa, hataları kadar doğruları da gösteriliyorsa, sezarın hakkı sezara veriliyorsa ve hakaret sınırı geçilmiyorsa dünya üzerinde hakkında eleştiri yapılamacak bir olgu olmaması gerekir. bahsettiğim sınırlar dahilinde ele alınan bir dogma, örneğin islam veya çok önemli bir şahsiyet, örneğin muhammed veya atatürk dahi olsa bu dogmaya gönülden inanmış veya bu lidere sonuna kadar bağlı kişilerin bile en fazla yapabileceği, aynı yaklaşımla, aynı incelikte, nefret etmeden, hakaret etmeden eleştirmek ve en nihayetinde saygı göstermek olmalıdır.
açıkçası bu hataya düşmeye ilk kendimizde başlıyoruz, yanlışlarımız söylendiğinde, yaptıklarımız eleştirildiğinde, kusurlarımız gösterildiğinde bunu kabul edemiyoruz ve bir kılıf uydurmaya, örtpas etmeye çalışarak kendimizi kandırıyoruz. sonra sevdiklerimizde uygulamaya başlıyoruz bu davranışı, sevgilimize veya eşimize en kusursuz sıfatları yakıştırıyoruz, değer verdiğimiz kişilere karşı en güzel cümlelerimizi kuruyoruz.
sonuç, bütün konuştuklarımızı kaza kaza kaza en derinde yine bencillik çıkıyor karşımıza, yine kendi çıkarımız çıkıyor, egomuzla yüzleşiyoruz. bizim savaşımız ruhani bir savaş olmalı artık, birbirimizle savaşmayı bırakmalı ve elele verip kendimizle savaşmaya başlamalıyız. gerçekte ne olduğumuzu kabul ederek, gerçek anlamda sevmeye başlamalıyız kendimizi ki diğer insanları da gerçekten sevmeye vaktimiz kalsın.
nerden nereye geldik la, yaz yaz sonu gelmez bu hikayenin! yeter bu kadar, bi çay yollayın bakalım ağzımız kurudu.
(bkz: sözlükte ikram uygulaması)