Buralar artık yaşanacak yer değil, çekip gitmeli. Kimsenin seni tanımadığı, yepyeni başlangıçlar yapabileceğin, yepyeni bir hayat. Arada bir aklımdan geçer. Ne güzel olurdu. Hep aynı şeyleri yapmaktan bıktığında insan, monotonlaşan hayatına baktığında ,hele o hayat hiç de hayal etmediği gibiyse çok kullanır bu lafı. Sonra bu düşünce iyiden iyice aklına yatmaya başladığında ise, daha derin düşünmeye başlarsın. Diğer yanın hemen devreye girer. Mantıklı yanın. Ve kavga başlar...
Bir yanın gitmek ister, diğer yanın ne zaman bu kadar bencil oldun sen? der.
Yeni insanları hayatına sokmak fikri bir anda ne kadar cazip gelir sana.
Ama ya geride bıraktıkların. Ya özlem. Onların seni özledikleri kadar senin belki bin misli daha fazla özleyeceğin dostların.
Bir türlü diğer yanınla anlaşamazsın. Sen umutsuzca gitmek istemenin sebeplerini, özlemlerini söylersin, o kalman için nedenleri sıralar.
Peki ya sorumlulukların. Senden beklenenler. Sana ümit bağlamış insanlar. Hepsini yüz üstü bırakabilecekmisin.?(Ne çok konuşur.)
Bu böyle epey bir bir devam eder. Pes edersin sonunda. Yaşadığın hayatın olumlu yönlerini düşünür, zevk almaya bakarsın. Daha fazla gezmeye başlarsın, daha fazla eş dostla vakit geçirmeye. Uzun zamandır hayalini kurup yapamadığın tatili yaparsın en fazla. Elinde Ferrasini satan bilge kitabıyla.
Yani öyle aklının köşesinde olmakla olmuyor bu işler. Zor iş.
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Demiş Can bana.
Ne kadar güzel demiş..