uzakta kalmak, hasret kalmak, özlemek, özlemek, özlemek...
ülkenin en batısında yaşamak ama kendini en doğudaymış gibi hissetmek...
o medeni batı toprağının, doğunun terör besleyen toprakları kadar canınızı sıkması...
hiçbir zaman havayı içinize çektiğinizde, hatta içinizde tutmaya çalışsanız da nefes alamamanız.
Yürümek için çıktığınız yolların sanki mayınlı arazilermiş gibi sizi tedirgin etmesi, güven duygusunu yitirmeniz. Meyvelerin lezzetsiz, yemeklerin hep bir şeylerinin eksik olması (ki o aslında sevgi dediğimiz şeydir...
tartışmaların daha da acıtması, mesafelerin acımasız oluşudur.
Canınız sıkıldığında sizi 5 yıl öncesinden de bilen dostlarınızı bulamamaktır.
yaşama sevincini telefonun ucundaki neşeli sesten almak, kardeşi yeni dökülen süt dişlerinin kanamasını uzaktan hissetmek, içten içe onun için ağlamak, o düştüğünde uzakta da olsan dizlerin acımasıdır.
Hastalıkların daha da çekilmez oluşudur, çünkü artık sizi hastaneye götürecek baba, size sıcacık çorba yapacak anneniz, sizi her şartta gülümsetecek kardeşleriniz yoktur.
Sevdiceğiniz vardır... herkesi, her şeyi onda aramaktır. çareyi sevdiceğe sarılmakta, güneşin doğuşunu sevdiceğin gülüşünde bulmak, hayatı anlayamamak ama yine de uzaktakileri çok özleyip yanındakine daha sıkı sarılmak, sarılamadıklarına sarılır gibi sarılmak, sevgini uzaktan gösteremediklerin için onu daha çok sevmek, ona daha çok bağlanmak, sımsıkı tutunmak, onu sevgiyle boğmak (bazen ona bile sıkıcı gelse de)... sevdiceğin anne, baba, kardeş, arkadaş olması, hayatın anlamı olması, hayata lezzet katması, içilen çayların onunla daha bi' hoş olması...