buluşmalarımızın her anını, tanrıyı görmüşcesine kutlardık.
yeryüzünde yalnızca biz vardık.
bir kuştan daha cesur ve hafiftin.
bir sersem hayalet gibi,
merdivenleri uçarak yağmurlarla ıslanmış leylakların arasından,
aynanın ötesindeki ülkene götürürdün beni.
gece çöktüğünde bana mutluluk verirdi.
mihrabın kapıları açılırdı,
ışıldardı yavaşça yere uzanan çıplak bedenin.
ben uyanır, "tanrı seni kutsasın" derdim.
oysa bilirdim bunun ne kadar cüretkar ve manasız olduğunu,
hızlıca uykuya daldığın için.
kristal kürede çağlayan ırmaklar görürdüm,
dumanla taçlanmış tepeler ve ışıldayan denizler.
küreyi tutardın ellerinde ve uyurdun tahtında, huzur içinde.
ulu tanrım!
yalnızca benimdin.
uyanır, değiştirirdin sıradan ve fani sözlerimizi.
gırtlağım yeni bir güçle dolardı.
"sen" sözcüğüne yeni bir anlam verirdin,
"hükümdar" anlamına gelirdi artık.
her şey değişirdi, leğen, sürahi gibi sıradan şeyler bile.
aramıza uzanırken durmadan akan su,
sürüklenir giderdik karşımızda serap gibi duran mucize şehirlere.
yolumuz nanelerle döşeli olur, kuşlar eşlik ederdi bize.
balıklar akıntıya karşı yüzerdi, gökyüzü açılırken önümüzde.
kaderimiz takip ederdi bizi,
usturalı bir deli gibi"