neden ağlamak ağlamak gülmek gülmek

entry1 galeri
    1.
  1. ağlamak kavramı insanlığın başlangıcından sonuna kadar hep aynı fiziksel eylemle ifade bulacak, üzülmenin karşılığı ağlamak, ağlamanın karşılığı gözlerinizin dolması hatta boşalması olacak.
    gülmek kavramı da aynı şekilde insanlığın zaman eğrisine düştüğü günden, eğriden kayıp düştüğü zamana kadar tüm insanlık için aynı fiziksel eylemde ifade bulacak.
    ağzımızı yayarak, yanaklarımızı yukarıya doğru kaldırarak, gözlerimizi küçülterek hep aynı fiziksel mutluluk ifadesine bürüneceğiz.
    kızmak, iğrenmek, küsmek, liste uzar gider.
    bu bizim fiziksel eylemlerimizin sahibi olduğumuzu gösterir mi peki. tabii ki hayır.
    bunlar adeta zaruretlerimizdir.
    fiziksel olarak prangalanmış vaziyetteyiz.
    anne karnından yeni çıkmış bir çocuk dahi, insanlığını kavrayamadan fiziksel ifadelerini kullanmaya şartlanıverir.
    kendini ağlayarak, gülerek, kızarak, iğrenerek, küserek ifade eder. ifadeleri de sıradan bir yetişkinin ifadelerinin tıpatıp aynısıdır.
    hayvanlar aleminin içgüdüsel göçlerine, üreme seramonilerine, iletişimlerinin büyüleyici frekanslarına hayran hayran bakakalan insanoğlu, aynı büyülü dille konuştuğunu, sustuğunu neden anlamaz.
    bizim de gizemli içgüdülerimiz var ve kendimizi ifade ederken daima bu içgüdülerin etrafında turluyoruz.
    üzerine sos katmamız mümkün olsa da aslında içgüdülerin egemenliğini asla gölgeleyemiyoruz.
    üstelik bu içgüdülerin birbirlerine dayanan ve birbirinin alt kümesi oluveren durumları da söz konusu.
    isteyerek güldüğünü ifade eden bir insana sorun bakalım gülmenin sonunda ağladığı anlar olmamış mı?
    olmadı ise yeterince neşelenememiş demektir.
    aynı insan, bir de ağlarken artık o kadar büyük bir mutsuzluğa savrulduğunu ve melankolik bir travma halinde gülmeye başladığını ifade edecek mi size.
    edemezse yeterince üzülememiştir.
    kızgınlık, sinir de aynı gülme durumuna dönüşebilir.
    melekler kızar, o kadar kızar ki sonunda şeytansı bir gülüşle, içlerindeki şeytanla gözgöze gelirler.
    olmaz öyle şey ben yaşamadım diyen insana anlatmak isterim;
    o kadar kızgın ve sinirliydim ki patlamaya hazır bir bomba olduğumu bilmeme rağmen kendime bir kurban aradım, kızgınlığım o kadar büyüktü ki kimseyi bulamayınca içimde tutmaktan korkmaya başladığım öfkemi karşımda devasa boyutlarıyla kök salmış, sert kabukları insana normal şartlarda keskin bıçakları hatırlatan bir ağaca yönelttim.
    karşısına geçip tüm gücümle ve bir boksör edasıyla sayısız kez yumruk attım.
    zamanını ancak sonsuzlukla ifade edebileceğim uzun bir kavranamazlıktan çıktığım an suratıma yayılan öfkenin tebessümü ile joker edasıyla sonsuz bir huzura büründüğümü, ağacın yaklaşık 20 santimetre karelik bir alanında kabuk namına birşey kalmadığını ve kanımla kıpkırmızı kesildiğini gördüm. bu beni hiç hüzünlendirmedi, aksine karşımda kanatabildiğim, kanın kaynağı ben de olsam canını yakabildiğim, öfkemin kızıl karanlığını boşaltabildiğim bir ben dışında varlık gördüğüm için mutlu oldum.
    ellerime baktığım zaman, bir zamanlar parmak eklem yerlerimin olması gereken yerlerde garip çukurluklar olduğunu ve içlerine ağaç kabuklarının adeta kaynak yapıldığını gördüm.
    ellerimin bir bölümü ağaçta can bulmuşken, ağacın bir bölümü de bende can bulmuştu. adeta doku transferi yapmıştık birbirimize.
    arada kalmalarına müsaade ettiğim sürece hiç canım yanmadı.
    ama bir süre sonra yine bir içgüdüyle yabancı madde olduklarını kavradım ve vücudumun yardım et ve yapman gerekeni yap çağrısına uymak zorunda kaldım.
    neden doktora gitmiyorsun, psikopat mısın dediğinizi duyar gibiyim.
    bu soruyu soranlarınız yaşamını kontrolü altında tuttuğuna ve beden dediği maddesel varlığının ana kumandasına sahip olduğuna iman etmiş ve kontrolün elllerinden alındığı gözlerinin içine baka baka suratına haykırılmamış olanlarınız.
    geri kalanlar kimlerin ve nelerin kontrolü altında başladığını ve son bulacağını gayet iyi biliyor.
    hiçbir yere veya hiçkimseye ihtiyacım yoktu benim.
    sadece kendime tekrar ulaşmam gerekiyordu.
    içimde komaya sokulmuş benliğimi uyandırmamın tek yolu da acıydı.
    acıya duyarsız kalamayacağımı ve kendime sahip çıkacağımı biliyordum.
    aksi tekdirde uyanmış olan şeytan beni yokedinceye kadar ve bana sayısız yaşam zinciirleyip ifrit çukuruna çekinceye kadar durmayacaktı.
    elime aldığım bir tırnak makası ile ağaç kabuklarını çekiştirmeye başladım. ilk bir kaç küçük parça canımı çok yakmadı ama kalan büyük parçalar çıktıkça ortaya çıkan kemik ve akmaya başlayan soğuk kan beni gerçekten ürpertti ve yavaş yavaş sol elimde acıyı hissetmeye başladım.
    tekrar uyandığımı hissettim, şeytansa gafil avlanmış ve uyanan beni ansızın karşısında görünce ortadan kaybolmayı seçmişti.
    ellerimin yandığını söyleyerek günlerce yaralardan ve olanlardan kimseye bahsetmedim. taki kız arkadaşım durumun farkına varıncaya kadar. nasıl mı?
    ellerim iananılmaz şekilde şişmiş ve morarmıştı.
    ona her şeyi anlattım ama sonra pişman oldum.
    çünkü ilk başta inanmayan bir şaşkınlık ve sonrasında gerçeği anlayarak korkudan titreyen bir ruh gördüm karşımda.
    beni kontrolü altına alan içgüdüyü ve sonrasındaki acıyı anlamam için, bir üniversite hastanesinde 4 tane uzman doktorun şaşkın şaşkın gözlerimin içine bakmasına ihtiyacım varmış.
    tabii ki onlara bir ağacı yumruklarımla patakladığımı söylemedim.
    motordan düştüğümü söyledim.
    yaraların hafif hafif kabuk bağlamaya başladığını gören doktorlardan biri, kaç gün önce dedi.
    bende iki üç gün oldu dedim.
    ellerimin röntgenlerine doktorlarla birlikte baktığımda bileğimle parmaklarım arasında sayısız çatlak olduğu, her iki elimin küçük parmaklarının yanıbaşındaki parmağın sırtında ağır yaralı olduğunu ve tabii ki her iki bileğimde de kırık olduğunu söylediler.
    her iki elimide dirseklerime kadar alçıya aldılar.
    o şeytanı tekrar uyandırmaktan korktuğum için şeytana aracılık eden dört tane ot kafayı o kırık kollrımla ve insan halimle göğüslemem hem onların hem de benim açımdan iyi olacaktı.
    bir iki gün sonra beni kollayan şerefsiz güruha farketmedikleri planlı bir fırsat verdim ve o iki kırık kolla dördünüde alınlarına ve kollarına indirdiğim altışar yedişer yumrukla öyle bir hale soktum ki koca kampüste iki kırık koluyla, dört kişinin saldırısına uğrayıp, kollarını çelik yumruklar gibi indiren korkusuz çocuk olarak bayağı bir sükse yaptım.
    tabii ki onlarda insan içine çıkamayacak bir duruma düştüler.
    zekam, fiziksel içgüdülerimi bastırmıştı ama alkışlanan yine şeytansı yanım oldu.
    insan tarafımla gerçekleştirdiğim koruyucu eylemimde şeytansı içgüdü arayarak, onu alkışladılar.
    o günden sonra ne olursa olsun ne insanca ne de şeytanca şiddete bulaşmamya yemin ettim.
    takdir edersiniz ki büyük yeminler, öyle bir anda gerçekleştirilemiyor.
    bir iki kere zaruriyetten yeminimden döndüğüm oldu ama kendimi korumak için değil, sevdiklerimi muhafaza için.
    tüm bunları bize neden anlatıyorsun diyenleriniz olduğunu biliyorum.
    yaşamınızın kontrolünü sıkı sıkıya elinizde tuttuğunuzu düşünerek hata yapmanızı istemiyorumda ondan.
    ölümcül ve önü alınamaz içgüdülerin kıyısındasınız ve fiziksel varlığınız bu eylemlerle ikiz kardeş.
    biri diğerine seslendiği anda her ikiside sizi uyutup, faal hale geçecek ve uyandığınızda akla hayale gelmeyecek bir canilikle karşılaşacaksınız.
    ve bu caniliğin hesabı da ne içgüdülerinize ne de fiziksel varlığınızın içgüdüsel eylemlerine sorulacak.
    hesabı verecek olan sizlersiniz.
    bilmediğiniz, tanımadığınız, anlamadığınız bir hesabın veremeyeni olarak toplum dışına izole edilip, yokedileceksiniz.
    içgüdüleriniz ise sizi anında terkedip, başka bir varlıkta, başka bir insanda yaşamaya devam edecek.
    özgür ve umarsız.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük