Bazı şarkılar vardır ki yeraldıkları filmlerle bütünleşirler. Öyle ki artık şarkıyı duyduğunuzda doğrudan filmden sahneler gözünüzün önüne gelir. Bu şarkı da bunlardan biridir işte... Doğrudan aklımıza en toy haliyle yumurtadan yeni çıkmış bir civciv sevimliliği ile Julia Roberts'ı ve saçları henüz tamamen beyazlaşmamış bir Richard Gere getirir. Belki her ikisinin de oynadığı en romantik filmdir. Ama "it must have been love" sadece bunları akla getirmekle kalmaz... Bir dönemi de akla getirir. O denli popüler olmuştur ki duyulduğunda koca bir jenerasyonun içini sızlatması biraz da insanları bu geçmişe doğru hatırlatmaya zorlamasındandır. "it must have been love", oduncu gömleklerinin, vatkalı ceketlerin dönemine götürür bizi... Lisede bir teneffüste kafanıza atılan tebeşir, kabarık saçlı kız arkadaşlarınızdır... Okul dönüşü su birikintili yollara sertçe basarak yanınızdakine su sıçratmanız, dev alışveriş merkezlerinden değilde bakkaldan alışveriş ettiğiniz günlerdir, parayı verdiğiniz kişiyi tanıdığınız zamanlardır. Cuma günleri okulun en serseri adamı tarafı düzenlenen meşhur çaylarda ilk danslarınızdan birindeki partnerinizin kokusunu getirir burnunuzun dibine. Tv kanallarının her taraftan pırtlamadığı, bu yüzden çocukların sokakta da oyun oynayabildiği, sokakta oynayan çocuklara aşina olan kedilerin pisi pisi diye çağırdığınızda kaçmaya çalışmadığı güzel günlerdir. Efes pilsenin sadece bir bira markası olmayıp aynı zamanda basketbolda Avrupayı titrettiği günlerdir. Petar Naumoski yi hatırlarsınız, rahmetli Conrad mcrae yi... Garip bir şekilde faul atan ama nedense çok az kaçıran larry richardı... Rıdvan ın yorumcu, Aykut'un teknik direktör olmadığı günlerdir. Fonda hep bu şarkı vardır. Bu şarkı çalarken bunlar fona yerleşirler daha doğrusu... Arkadaşlık ilişkilerinizin şimdiki gibi mekanikleşmediği, çünkü iletişim kurmak için ne mailin, ne cep telefonunun olduğu, internetin esamesinin okunmadığı zamanlardı. Konuştuğunuz kişiye % 90 dokunma mesafesi uzaklığında dururdunuz. idealistliğinizin son dönemine girdiğinizi bilmezdiniz o dönemde ve her şeyi başarabileceğimizi sanırdık. Para mühim değildi. Sandviç yiyen zengin gelirdi gözünüze. Suşi, fettuçine, risotto, fajita deseler küfür ediyor sanırdınız... izmir'de balıkçı barınaklarının açık olduğu, troleybüslerin son seferlerini yaptığı zamanlardı. Üniversite sınavları için dersaneye gitme dönemleri yeni yeni popüler olmuştu ve platonik aşkınız o dersane çıkışında size gülmüştü... Beraber bu parçayla dans etmiştiniz, sakarlığınız ile dans sırasında arkadan gelen garsona çarpmış ve elindeki ayranı oduncu gömleğinizin üzerine boca etmesine sebep olmuştunuz. Utanarak lavaboya gidip çıkardığınız gömleği "şansıma sıçayım" diye yıkarken arkadan gelen "Bırak ben yapayım istersen" sesiyle irkilmiştiniz. Kolay mı unutmak? "O aşk olmalıydı ama şimdi bitti. O suların aktığı yerdi. O rüzgarın estiği yerdi."
Bir şarkı tüm bunları yapabilir mi? Yapar, valla billa yapar.