sadece fransız hikayesinin değil, dünya hikayeciliğinin de en başarılı örneklernden biridir. "deli: belki de değil" adlı enteresan bir hikayesi vardır. o hikayede şöyle enteresan bir tespit göze çarpar. (tercüme ve kelimeler biraz eski gelebilir, anlamaya çalışalım):
"her şey esrar. eşya ile ancak zavallı, noksan, sakat ve kudretleri nihayet etrafımızda ne olduğunu anlamaya yeten hasseler sayesinde münasebete giriyoruz. her şey esrar. musikîyi, bu ilâhî sanatı, bu ruhu altüst eden, sürüp götüren, uyuşturan ve zıvanadan çıkaran sanatı düşün. nedir? hiç.
anlıyor musun? dinle. iki cisim birbirine dokunuyor. hava titriyor. bu titremeler dokunuşa göre az veya çok sayıda, az veya çok süratli, az veya çok kuvvetlidir. kulağımızda da bu hava titremelerini alan ve ses suretinde zihnimize taşıyan küçük bir zar var. bir bardak suyun ağzında şarap olduğunu düşün. işte kulak zarı bu inanılmaz inkılâbı, bu hareketi sese dönüştürmek gibi akılalmaz harikayı gerçekleştiriyor. olan, bu.
şu halde musikî, bu karışık ve esrarlı, bu cebir kadar belli ve rüya kadar müphem sanat, bu riyaziye (matematik) ile meltemden oluşan sanat, yalnız küçük bir zarın acaip hassasından doğuyor. bu zar bulunmasaydı, kendi başına bir titremeden başka bir şey olmayan ses de bulunmayacaktı. kulaksız musikî olur muydu? hayır. öyle ise biz, kendilerini bize duyuracak uzuvlarımız olmadığı için varlıklarından hayatta şüphelenmeyeceğimiz şeylerin ortasındayız."