öğle sonrası. hava parçalı bulutlu ve sağanak yağışlı. bir kafede oturmaktayım.
'halledeceğim daha bir sürü iş var' diye düşünerek, garsonu çabuk bir el haraketiyle yanıma çağırdım.
garson: buyrun efendim!
ben: sade bir kahve alayım gözüm.
garson: hemen efendim.
siparişimide vermiştim artık. ve saatime baktım. saat 14:30'du tam. cebimden sigara ve çakmağımı çıkardım. beklemeye başladım. beş dakika içerisinde kahvem önümdeydi. bir sigara alıp yaktım ve ardından kahvemden bir yudum aldım. tam önümdeki dergiye odaklanmaya başlamıştım ki oturduğum masanın sandalyesi bir anda çekildi.
sevgili: bakıyorum da çok dalgınsınız beyfendi.
ben: (şaşırmış) aa kusura bakma bebeğim. hoşgeldin.
sevgili: hoşbulduk bakalım. ee fazla bekletmedim herhalde.
ben: yok ya. bende yeni geldim işte. ama daha halledeceğim bir sürü iş var.
sevgili: (imalı) çabuk ol diyorsun yani.
ben: hayır bebeğim. öyle demek istemedim...
sevgili: tamam tamam. anladım ben. neyse bana da bir kahve söylede bari.
ben: peki.
uzun boylu, zayıf ve soluk yüzlü garson yine bi el haraketiyle yanımdaydı.
garson: buyrun efendim!
ben: bir sade kahve daha alalım.
garson: peki efendim.
kahvesinin gelmesini beklemeden konuşmaya başladı. benim için iyi bir gelişmeydi bu. hızlanmıştık!
sevgili: nikah işlemlerini hallettin değil mi?
ben: onlar tamam. hiç bir sıkıntı yok. sen ne yaptın peki?
sevgili: bende ev için bir kaç mobilya, perde filan baktım bebeğim.
ben: çok iyi yapmışsın canım. (aslında beraber mobilya bakacaktık ama)
sevgili: sonra annemler aradı. dediler ki 'ev için niye acele ettiniz kızım'..
ben: (kızgın ama belli etmeden) ya ne yapsaydık. illa ki bir ev tutacaktık.. sokakta mı yatsaydık ya?
sevgili: ya öyle deme.. sonuçta onlarda bizi düşünüyor..
ben: biliyorum bebeğim.. düşünüyorlar..
o arada kahve gelmişti. zayıf ve çirkin elleriyle şekerini attı kahvesine. aslında iğreniyordum bu kızdan. çok itici geliyordu o ve ailesi bana. ama elden bir şey gelmiyordu. görücü usülü! büyüklerimiz böyle uygun görmüştü..
sevgili: ya benimde bugün çok karnım ağrıyo ya niyeyse..
ben: hap içseydin bebeğim.
sevgili: içtim canım.. ama yediğim bir şey dokundu herhalde.
ben: olabilir..
dedim ve yüzündeki o kıvranma ifadesine odaklanmıştım. çok zorlandığı belliydi. karnını tutuyordu eliyle. içimden hala o sevimsiz surat ifadesine 'seni sevmiyorum lan aslında' diye haykırmak geçiyordu tam. hem karnı ağrıyordu ve hemde benim bu çıkışımın etkisi daha beter bir etki yaratabilirdi üzerinde. lakin kendimi tuttum. vazgeçdim içimdekileri söylemekten..
ama o ossuruğunu tutamamıştı. zart diye salmıştı büyük bir oktavla ortalığa. allahtan pek kimse yoktu cafe de. fazla kişiye rezil olmamıştık. o anda ne düşündüysem hepsini unutuvermiştim. aklım durmuştu.
sevgili: (gülerek) ya bebeğim.. çok kötü oldu ya..
ben: .......
sevgili: (gülerek) uff yaa!! rahatladım ama..
ben: .......
sevgili: (gülerek) bebeğim bişey desene..
ben: .......
sevgili: (daha da gülerek) merak etme evlenincede senle alışacaksın bu duruma..
daha da alışacaksın bu duruma... daha da alışacaksın.. daha da...
beynimde şimşekler çaktı birden. kaç kurtar kendini diyordu bir yanım yol yakınken. elimi cebime attım ve yirmi lirayı masanın üstüne fırlattım ve hışımla kafeden çıktım. hala o sevimsiz karının sevimsiz sesi arkamdan anırıyordu.
sevgili: bebeğim ne oldu! nereye gidiyorsun?
ben: sen ve ossruğunun olmadığı bir yere gidiyorum..