ilk insandan bugüne değin var olan ve her geçen gün kuvvetlenen bir zehir vardır ki, bu zehrin yanında diğer tüm zehirler ana karnına zerk olunmuş bir cenin gibi..
zehir insanın kanında mevcut ve fakat tetiklenmediği müddetçe başta kendine olmak üzere tüm insanlığa bir zararı dokunmamakta hatta zehrin mevcudiyeti insanın dış zehirlere karşı bağışıklık kazanmasına ilk elden yardımcı olmakta. peki insan kendi sonunu getireceğini bilerek niye ve niçin tetikler içindeki bu dürtüyü. zehrin kanı esir alıp damarlarda katranlaşan bir sertlik oluşturması nasıl bir zevk aracı olabilir? aslı acı olan bu çöküş nasıl ve neden sefa hattına dönüşür? umarsızlıktan öte bir savruluşun son durağında soluklanmak ve tüm gerçekliğini (kin ve nefreti) takınan hoş kokularla ve hafif müzik eşliğinde son bir dans..
kim gelmezdi ki yamacına? ve o busenin saflığı kimin sussuzluğunu gidermeye yetmezdi? kim istemezdi renklerin içinde kayboluşu ve gökten aşağı bir salto atışı? kim başı dönmeyi reddedip iri çivilerle tuttunmayı seçerdi hayata? kimin gözleri yeşili reddedip, kara çalmak isterdi? kim, kimsesiz kalmayı kabullenip kendine rest çekerdi? kim sorusuz kalmaktansa, cevapsızlığı seçerdi?
anlamlı/anlamsız tüm bu soru yığınıyla uğraşmadan önce insan kendi zehrinin farkında olmalı. ve unutmamalı kana karışan zehri tükürüp atmadan temizlenemeyeceğini, suya doğmuş ve suda ölecek olsada..