geç de olsa izleyebildiğim ve izlerken çok tuhaf hislere bulandığım film.
devamında çok açık bir şekilde filmin konusu anlatılıyor. izlemediyseniz okumayın.
--filmin konusu--
film 14 yaşındaki hayat'ın etrafında dönüyor. hayattan fazla bir şey beklemeyen ve hayata fazla bir katkısı da olmayan bir kız hayat. kaçakçı babası ve küfürbaz, alkolik ve düzenbaz ama iyi niyetli dedesiyle yaşıyor. babası gemilere kadın ve uyuşturucu götüren kayığıyla hayatı da okula götürüp getiriyor. okulda iletişimsiz bir çocuk olduğu ve kötü koktuğu için arkadaşları tarafından sevilmiyor hayat. o da bunu kendisine zaafı olan bakkala istediklerini vererek sahip olduğu çikolataları onlarla paylaşarak kırmaya çalışıyor. öğretmeni ve okul müdürü ise onu 'sorunlu tip' olduğu için dışlıyorlar. annesi babasını askerdeyken terk etmiş, bir polisle evlenmiş ve ondan bir oğlu olmuş. hayat bu oğlanı delicesine kıskanıyor, onu öldürmeyi bile hayal ediyor. onların bebekle ilgilenirken onu görmezden gelmeleri, hayat'ı kendini gösterme yolları bulmaya itiyor. babası galiba eşcinsel ve önceden sevgilisi olan adam durmadan eve gelip babasını soruyor. hayat bu adama karşı iyi hisler besliyor ve yanında olmasını istiyor, hatta ona evlenme bile teklif ediyor ama kaçıp kaçıp ona gitmeleri sonuçsuz kalıyor. eninde sonunda kendini evde buluyor. bütün bu hengame içinde onunla ilgilenen üç kişiden biri komşuları olan kadın ki hayat onun ilgisinin üzerinde olmasından hiç hoşlanmıyor, ondan kaçıyor. karşılıklı oturup bir şeyler paylaştığı tek kişi babasının gemilere taşıdığı hayat kadınlarından biri. o da ona kırmızı bir ruj hediye ediyor ve çok güzel olduğunu, yakında onların işleri ellerinden alacağını söyleyerek iltifat ediyor.
onunla ilgilenen bir diğer kişi ise yaşıtı olan işçi bir genç. filmin sonuna kadar hayat'a olan ilgisine hiçbir karşılık alamıyor. sadece filmin bir yerinde hayat dedesinden çaldığı paraları bu gence veriyor ama onda bile onunla konuşmadan çekip gidiyor. filmin sonunda tecavüze uğramış, babası hapse girmiş ve dedesi ölmek üzereyken omzundaki bütün yükleri sıyırıp çocuk olmaya karar veriyor hayat ve bunu kendi yaşıtıyla, yaşına uyan çılgınlıklar yaparak gerçekleştiriyor. orospudan aldığı kırmızı ruju dudağına sürmekten vazgeçip tüm yüzüne sürerek ve yaşıtı olan bir çocukla -artık sandala değil- deniz motoruna binip, itişip kakışarak...
film durgun bir film, diyaloglar çok az. pek çok şey üstü kapalı anlatılmış. mesela babasının eşcinsel olabileceğine dair hiçbir şey açıkca verilmemiş ancak beyaz gömlekli arkadaşıyla yan yana dururken bebekten gelen 'i love you' lu müzikte ikisinin birbirine bakışları, ilerleyen sahnelerde sandalı takip eden hayatın ormanda bir şey görüp geri kaçması (daha önce de ormanda bir kadınla erkeğin birlikteliğini dikizlemişti), gördüklerinin sonrasında psikolojisinin bozulup yatağında yatıp kalması ve babasının hemen ardından yanına gelip oturması... babanın eşcinsel olduğu izlenimini oluşturuyor. aynı şekilde kızın bakkalda bir kere tacize uğradığını görüyoruz, daha sonrasında kızın elinde poşet dolusu kola, çikolata vb. gezmesinden olayın birkaç defa tekrarlandığını anlıyoruz.
hayat -belki de bir depresyon belirtisi olarak- hiç yıkanmıyor. annesini kendisine yaptıklarına rağmen koruyor. dedesine kendisi de çaresiz kalana kadar bakıyor. pek fazla konuşmuyor. vaktinin bir kısmını televizyonla geçiriyor, taa ki dedesi televizyonu satana kadar. kendi kendine şarkılar mırıldanıyor, kimi zaman da kendini rahatlatmak için kendi kendine vapur düdüğü sesi yapıyor. öfkesini gösterdiği tek canlı bahçede sık sık peşine takılan hindi, onu tekmelemeden duramıyor.
dediğim gibi filmde diyaloglar az ancak ses efektleri yoğun olarak kullanılmış. öyle ki hayat'ın bütün iç dünyasını bu efektler sayesinde takip edebiliyoruz. kedi köpek sesleri, uçak, polis sireni, vapur düdüğü, cam kırığı, çığlık üst üste gelip bize onun o an hissettiklerini anlatıyor. bazı sahnelerde öyle sıklıkla kullanılmışlar ki bir rahatsızlık duygusu da oluşturuyor. mesela hayat'ın halı yıkarken annesinin yanına gittiği sahnede, annesinin onunla ilgilenmeyip oğlunu alıp içeri gitmesiyle üst üste duyulan cam kırığı sesleriyle hayat'ın içinin paramparça olduğunu anlayabiliyoruz. aynı şekilde hayat bakkala giderken duyulan kedi köpek sesleri, uçak sesi ve polis sireni bize her şeyi anlatıyor.
filmin bir ilginç yanı da sadece arabesk müziğin kullanılması. müzikleri hareketli ancak sözleri acıklı olan arabesk şarkılar... film de böyle aslında, son derece acıklı bir hikaye anlatıyor ama ağlak değil asla. hatta tam tersine buz gibi bir film. ve bence ne olursa olsun mutlu bir sonla bitiyor çünkü sonunda hayat iki arada bir derede kalmaktan sıyrılıp kendini buluyor. en azından neyi istemediğini anlıyor. hayatın gerçeklerine boyun eğmiyor. ayrıca filmin başında ve sonunda karşımıza çıkan istanbulluluk kavramıyla da sanırım gerçek istanbulluların şehir hayatının dışına itilişi anlatılıyor. etrafındaki istanbullular hep ona bir yararı olmayan, aykırı tipler. oysa hayat şehrin içindeki herhangi biri gibi olmak istiyor. o nedenle çocuğun istanbullu olmaması onu etkiliyor, çocuğun zengin olabilme olasılığını düşündüğünü zannetmiyorum.
filmin yönetmeni ve görüntü yönetmenine ise kısaca elleri öpülesi insanlar diyebiliriz.
--filmin konusu--
lafın özü filmde ille de aksiyon aramayanların izlemekten keyif alacağı bir film yapmış reha erdem. filmi hiçbir beklenti içine girmeden izlerseniz vardığı yeri seveceksiniz.